Anne Babalar Çocuklarının Gideceği İlköğretim Kurumunu Nasıl Seçerler?
“Şu an neyi dinliyorsunuz? Sesleri mi yoksa sesler arasındaki aralıkları mı? Eğer bu sessiz aralıklar olmasa, sesler asla bu kadar etkili olmayacaktı.” Jiddu Krishnamurti
GİRİŞ
Bu yazıda amaçlanan çocuklarının gideceği okulları seçen anne, babaların etraftan gelen seslerin ötesine geçerek, sessiz aralıklarda söylenenleri keşfetmesidir. Anne babaların içlerinden gelen bazı seslere kulak vermelerinin okul seçimlerindeki etkisi de böylelikle tartışmaya açılmış olacak. Yeter ki okurken içeriden gelen seslere de kulak verilsin.
Çocukların aileden sonra en çok gelişip, dönüştüğü yer okuldur. Burada hem eğitim hem de öğretim verilir. Bu yazıda özel ilköğretim okulları hedef alındı…
Özel ilköğretim okullarının hepsinin birbirine benzer ve birbirinden farklı özellikleri vardır. Her okulda sınıflar, laboratuvarlar, teneffüs zamanları, yemekhane, rehberlik, idari birimler, spor salonu, idareciler, sınıf öğretmenleri, branş öğretmenleri ve öğrenciler mevcuttur. Bu özellikler nicelikte aynı görünse de nitelikteki farklılıkları ile okulları birbirinden ayrı kılar. Okullarla insanlar arasında benzetme yapıldığında; herkesin kaşı, gözü, kulağı vardır ama kimse birbirine benzemez. Herkesin davranış biçimi ve düşünme şekli farklıdır. Okulları da idare eden farklı kişilerin kurduğu farklı sistemler tıpkı kimsenin bir diğerine tıpatıp benzemeyeceği gibi, okul yapılarını da birbirine benzemez kılar. Kişinin kişisel özellikleri, davranışları kimliklerinin belirleyicisi olduğu gibi okulların da kurumsal yapısı, eğitim – öğretimin işleyiş biçimi okulların kimliğini belirler. Hatta bir kişinin hangi okulda okuduğu konuşulduğunda, o okulun kurumsal kimliği, okulu seçen öğrencinin akademik açıdan başkalarının gözünde nasıl değerlendirileceğinin bile belirleyicisi olur. Bu da okul seçimlerinin kişilerin hayatında oynadığı önemi bir kez daha ortaya koyar.
Okullarda derslerin ne şekilde işlendiği önemlidir. Çocukların merakının artması, dersleri ne denli anladıkları derslerin işleniş şekline bağlıdır. Çocukların da kendi merak ve araştırmalarıyla işin içine dahil olmaları öğrenmeyi daha keyifli ve kalıcı kılar. Öte yandan çocuklar okulda bir sıkıntı yaşadıklarında bu sıkıntının giderilmesinde çocuğun davranışı kadar duygu ve düşüncelerine de yer verilmesi önemlidir. Bu durum, çocuğun akademik başarısı kadar, ruhsal dünyasının da önemsendiğini ortaya koyar. Bu da çocukların okul içinde özgürce hissettiklerini paylaşabilmeleri demektir. Böylelikle çocuklara ait olan duygular kabul görür ve her bir çocuğun zihinsel faaliyetleri kadar duygusal dünyasıyla da bir birey olarak okulda yerini alması sağlanır.
Okul deyince zihinsel, fiziksel ve ruhsal gelişimin ve dönüşümün sağlandığı eğitim-öğretim kurumu diye tanımlanabilir. Fen, matematik, sosyal bilimler ile dil dersleri zihinsel gelişime, çeşitli spor faaliyetleri fiziksel gelişime, rehberlik ünitesinin çalışma biçimi ile müzik ve sanat gibi duygu dünyasını da içeren dersler de ruhsal gelişime hizmet ederler.
Çocukların aileleri ve evleri kadar okullar da çocuklar üzerinde ciddi etkileri olan mekanlardandır. Her okulun biraz anne, biraz da baba olan özellikleri vardır. Okullar bir anne gibi çocukları besleyip, gözetirken, bir baba gibi de çocuklar için gereken kuralları ortaya koyarlar. Bazen okulların anne ve babanın da üzerinde yer alan bir otorite figürü olarak konumlandığını söylemek de mümkün. Sadece bu anne ya da baba işlevlerinin ağırlığı her okulda farklılık gösterir. Talat Parman (2004), Psikanalitik Denemeler isimli kitabında kadınsı, erkeksi ve erdişi ve ergen evlerden bahseder. Parman kitabında, anne evlerin doyurulmak, doldurulmak istediğinden, sıcak, ıslak ve yumuşak olduğundan; baba evlerin ise otoriteyi, gücü, başarıyı gösteren, eylem evleri olduğunu söyler. Anne evleri koruyucu, baba evleri ise eyleme dönük evler diye tanımlar ve ergen evler de krizlerin yaşandığı dönüşümcü evlerdir. Erdişi evler için de hem anne evleri hem de baba evleri içinde barındırır diye söz eder. Eğer içine doğulan aile ve evler benliğin devamı ise o halde aileden sonra ilk olarak dış dünyayla sürekli bizi irtibat halinde tutan, eğiten ve öğreten ilköğretim kurumlarının da benliğin gelişimini ve devamlılığını sağlayan anne ve/veya baba evlerden biri ya da her ikisinin olduğu bu çalışmada öne sürülmektedir. Parman (2004)’ın bahsettiği ergen evlerle okullar arasında bu çalışma kapsamında bir bağ kurulmamaktadır zira okulların anne ve/veya baba özelliklerini içeren yetişkin ortamlar olduğu varsayımından hareket edilmektedir.
MAKALENİN AMACI
Bu yazıda ebeveynlerin anne – babalarıyla olan etkileşim ve özdeşleşimlerin hem kendi annelik ve babalık yaklaşımları üzerinde etkisi olduğu hem de anne, baba figürünü ya da her ikisini temsil edebilecek okulların seçiminde de etkinliği araştırılmakta. Okulların anne ve/veya baba figürlerini temsil etmesinin de bir yandan kişilerin kendi anne-babalarıyla olan ilişkilerinin yansıması olabileceği fikri de bu araştırma sorusunu gene kişinin kendisine yöneltmesine neden olabilir. Bu da özel ilköğretim okulu seçimlerinde anne-babaların kendi anne-babalarıyla olan ilişkilerinin (içlerinde yer alan temsili anne baba nesneleri) önemli bir etkisi olduğunu düşündürtüyor. Devlet okullarının seçimi, anne-babaların kendi seçimleri dışında oturulan bölgeye göre tespit edildiğinden, bu çalışma kapsamı dışındadır. Anne ve baba nesneleri diye belirtilen, herkesin kendi anne ve babasıyla özdeşleşim kurarak içselleştirdiği kendi annelik ve babalıklarıdır. Hiç şüphesiz bu annelik ve babalık işlevleri kendi anne ve babalarımızla kurduğumuz ilişkilerle, onların model alınmasıyla şekil kazanır.
Anne babaların çocukları için seçtikleri ilköğretim kurumlarının kendi anne ve baba nesneleriyle kurdukları ilişkilerle ilintili olacağından yola çıkarak, bu konuda ilköğretim çağındaki çocukları için okul seçen anne ve babalarla da görüşme yaparak bu betimleyici çalışma hazırlandı. Görüşmede psikanalizden geçmiş Uzman Psikolog bir çift ile psikanaliz ya da psikoterapiden geçmemiş Yönetici-Mühendis anne ve Yüksek Mühendis babadan oluşan farklı bir çifte kendileri, anne ve babaları, çocukları, kendilerinin ve çocuklarının ilköğretim seçimleri üzerine sorular yöneltilip, okul, anne-baba ve çocuklarıyla olan ilişkilerinin anlaşılması amaçlandı.
Peki özel ilköğretim okulları seçiminin anne ve babaların kendi anne-baba nesneleri ile ilişkisi var deyince ne anlaşılıyor ? Bu noktada anne ve baba nesnelerinin işlevlerinden bahsetmekte yarar var.
ANNE VE BABA NESNELERİ – LİTERATÜR TARAMASI
Anne nesnesi doğar doğmaz devreye giren bir nesnedir. İngiliz psikanalist Winnicott’a (1998) göre; bebekken bir dönem emilen sütü bize veren meme de kendi vücudumuzun bir parçası gibi algılanır. Winnicott (1896-1971) İngiliz “nesne ilişkileri okulu”nda önde gelen önemli psikanalist isimlerden biri olup, uzmanlığını çocuk doktorluğu alanında yapmış, daha sonra çocuk psikolojisi ve psikanalizle ilgilenmeye başlamıştır. Winnicott’ın “yeterince iyi anne” olmak kavramında bebek acıkınca meme oradadır ve diğer tüm ihtiyaçları da olabildiğince anne tarafından karşılanır. Burada annenin bebeğe adeta memenin bebeğin kendisi olduğunu hissettirme fırsatını vermesi esastır. Bebek önce memeyle bütünleşebilmeli ve “var olma” kavramını yaşamalıdır. “Var Olma” bebeğin kendi varlığını meme üzerinden hissetmesi, olabildiğince her ihtiyacının çok beklemeden karşılanmasıyla kendini tümgüçlü (istediği her şeye anında kavuşabilmenin yaratacağı güç) hissettiği büyülü bir ortamda bulmasıdır. Bazen gecikmeler ya da yanlış anlamalar olsa da çoğunlukla bebeğin ihtiyaçları yeterli bir zaman içinde karşılanırsa, bebekle anne arasında güvenli bir bağ oluşmuş olur. Aynı şekilde İtalyan psikanalist Antonino Ferro (1999) un Bion’u anlatırken dediği gibi de anne, bebeğin çok anlamlı olmayan söylemlerini deşifre eder ve onları sözelleştirerek, bebeğe gelişimi için iade eder . Böylece bebek de bu belirsizliklerin anlamlandırıldığını öğrenir. Örn: Bebek düşmüş ve ağlıyorsa, anne bebeği kucaklayıp, yatıştırırken, bir yandan da düştüğü için canının acıdığını ve beklenmedik bir şey olduğundan da korkmuş olabileceğini söyler. Bebek için düşmeden düşmek ve düşmenin yaratacağı duygular belirsizdir. Düşmenin ve düşmeyle birlikte yaşanacak duyguların anlaşılır şekle bürünmesi için “düşmenin” bebeğe anlamlandırılması gerekir. Böylelikle bebek için düşmenin ani oluşu, korkusu ve acısı sözelleştirilince, bu bebek için biraz daha anlamlı hale gelir.
Anne nesnesi kavramı için buraya kadar anlatılan anne nesnesinin bebeğin ihtiyaçlarını karşılayan, bebeğin ifade edemediklerini ifade etmesine imkan tanıyan ve annenin kendi anlama gayreti ile henüz söze dökemeyen bebeğin ihtiyaçlarını söze dökerek anlamlandırmasıdır. Anne nesnesi bebeğe var olduğunu ve nasıl bir varlık olduğunu yaşatan, bebeğin fiziki ve duygusal gelişiminde ona yer verip, onu tutan, taşıyan, kapsayan bir nesnedir.
Anne nesneleri ayna işlevi de görürler. Ayna işlevi Winnicott, Lacan ve Dolto’ya göre farklı anlamlar içerir. Lacan (1901-1981) ünlü bir Fransız psikanalist olup, aynı zamanda dilbilim ile psikanaliz bağlantısını kurmuştur. Françoise Dolto da Fransa’da yenilikler getirmiş olan bir çocuk psikanalistidir. Anne nesnelerinin ayna işlevi demek, annelerin çocuklarının gelişimi sırasında sergilediği tavır, tarz ve tutumlar ile bu davranışlar sırasındaki duygularının çocuklarda nasıl bir yansıma yaptığıdır.
Winnicott’ın (1998) ayna işlevinde; bebeğin annenin yüzüne baktığında nasıl göründüğü orada ne gördüğü ile bağlantılıdır. Bu bebeğin verdiğini annenin yüzünden geri alma şeklidir. Buna göre; bebek annesinin ona bakışıyla kendisine nasıl bakacağını öğrenir. Daha sonra ikinci olarak da bebek, baktığı zaman gördüğü şeyin annenin yüzü olduğunu algılar. Böylelikle; annenin yüzü ayna olmaktan çıkar ve algı kavrayışın yerini alır. Yani bebek annenin yüzünü algıladığı gibi tepkiler vermeye başlar. Annenin yüzü tepkisizse, o zaman o yüz sadece bakılacak bir şey haline gelir ama bebekler bu durumda ona nasıl bakıldığını anlamlandıramaz ve bu kendi tepkilerini de tam olarak ortaya koyamamalarına neden olur. Ancak annelerinin yüzleri ile iletişim kuran bebekler incelemeye de başlarlar ki bu da onları daha yaratıcı kılar. Burada bahsedilen bebeklerin tıpkı aynaya bakıp, kendi hareketlerini izlemeleri gibi annelerinin yüzlerini ve annelerinin kendilerine nasıl baktığını bir ayna gibi izlemeleri, bu doğrultuda da annelerine benzer tepkiler geliştirmeleridir. Winnicott bu konuda şu örneği verir: “Güzelliğe aşık olan adam, onun güzel olduğunu düşünen, onda güzel olan şeyin ne olduğunu görebilen bir adamdan çok farklıdır.” Burada bakmanın ve görmenin farklı şeyler olduğu noktası önem kazanır. Her bebek annesine bakar ancak bazı bebekler annelerinin onlara birçok konuyu anlamlandırmasıyla bakmanın yanı sıra görebilir de. Okul seçimleri bakmak kadar görmeyi de gerektirir. Yani ebeveynlerde var olan anne nesnelerinin küçüklüklerinde nasıl ayna işlevi gördüğü, ebeveynlerin okullara bakış açısını da etkileyebilir.
Lacan’ın ayna evresi Elda Abrevaya’nın (2000)“Aynadan Ötekine” isimli kitabında bebeğin kendi imgesinin çekiciliğine kapılarak güldüğü şeklinde tanımlanır. Lacan’ın ayna evresi ile daha önceden kendini parça parça algılayan bebeğin bedeninin bütünleşmesinden bahsedilir. Daha önce kendini parçalar halinde algılayan bebek için aynada kendini görmesi, kendini bir bütün olarak algılamasına yardımcı olan önemli bir araçtır. Dolto ise bu ayna deneyiminin bebekte birey duygusunu oluşturduğundan bahseder. Dolto’ya göre; o ana dek annesinin yüzünde kendini gören çocuğun artık aynadaki görüntüsüyle ayrı, farklı bir birey olmanın ayrımına vardığı anlatılır. Bu da varlığını gerçekçi bir şekilde ortaya koymayı beraberinde getirir. Dolto da Winnicott da Lacan’dan farklı olarak; aynanın ilişkisel, simgesel işlevlerinden söz ederler. Onlara göre; Lacan’ın ayna evresinden önce anne ile kurulan ilişki her şeyin belirleyicisidir. Bu konuda Dolto ”Özne varlığına ayna tutan ötekinin yoksunluğuyla karşılarsa her şey boşunadır” diye annelerin bebeklerine ayna işlevi görmelerinin önemini ifade eder. Burada “öteki” diye tanımlanan annedir ve bebeğin ihtiyaç duyduğu anlarda annenin fiziken, ruhen ve zihnen bebeğiyle olmasıdır önemli olan. Aksi durumda bebek annenin olmayışının getirdiği yoksunlukla karşı karşıya kalır ki bu da ayna işlevinin yeterince gerçekleşememesi anlamına gelir.
Lacan 1960’da ayna evresini yeniden tanımlar. Bu yeni tanımlamasında Dolto ve Winnicott gibi aynanın ilişkisel ve simgesel yönünü onaylamış olur.
Anlatılmak istenen aynaya bakmak kadar ne görüldüğünün de önemli olduğudur. Hiç şüphesiz bakılınca görülebilir ki bu da bu makalede ilköğretim seçimlerinde neyin nasıl görüldüğü kısmıyla ilişkilendirilebilecek bir husustur. Kişi kendine bakıldığı ölçüde çevre hakkındaki algılamalarını belirginleşir ve okul seçimlerinde de içeriden öğretilmiş olan bakışla kendini okullara bakarken bulması mümkün olabilir. Burada önemli olan kendi iç seslerimizin, kendimize ve çevremize bakışımızdaki farkındalığın arttırılmasıdır .
Ayrıca, bebekler annelerini bir nesne, birey olarak kullanırlar. Winnicott’ın “yeterli nesne kullanımı” dediği bir tanımlama vardır. Winnicott’a (1998) göre; önce bebeğin annesiyle yani bir ötekiyle ilişkisinin olması gerekir. Bu bebek için dünyanın başlangıcındaki ilk nesne ilişkisidir. Bebek bu nesne ile olan ilişkilerinde kendi hissettiklerini, yaşadıklarını yansıtır. Örn: Bazen canı acır ama “sen canımı acıttın” der. Nesne kullanımı için bebeğin bu yansıtmaların da bir adım ötesine geçmesi gerekir yani bebek için anne yansıtmalar yaptığı nesneden öte gerçek bir nesne olarak algılanmalıdır. Bebek (özne) nesneyi (anneyi) tüm güçlü denetim alanının dışına çıkarabilmeli ve varlığını ayrı bir birey olarak kabullenebildiği konumda nesne kullanımı kavramı devreye girer. Daha önceki durumda ancak nesne ilişkisinden söz etmek mümkündür. İlişki kurmadan nesneyi kullanmaya geçiş için nesnenin yok edilmiş olması gerekir. Bebek anneye saldırır (sözle ya da fiziki olarak). Bunun karşısında anne yok olmaz ve ayakta kalır ve bebeğin bu ihtiyaçlarını karşılayabilirse bebek anneye döner ve “seni yok ettim ama hayatta kaldığın için benim için değerlisin. Seni Seviyorum” der. Böylelikle bebek artık bu nesneyi(anneyi) kullanabilir duruma gelir ve zamanla ondan öğrendiklerini içselleştirir. Çocukların da okulları birer nesne olarak kullanacakları düşünüldüğünde, nesne kullanımı kavramı bir kez daha önem kazanmış olur. Çocuklar da içinde bulundukları okula saldırabilirler ve öğrendiklerini içselleştirmek için o okulun tüm idari ve eğitimci kadrosuyla tutarlı bir şekilde ayakta durmasına da ihtiyaç duyabilirler.
Okulları seçimimizde de bu anne nesneleri ve daha ileride söz edeceğim baba nesnelerinin önemli bir rol oynadığı düşünülebilir.
Anne nesneleri derken annelerin ayna işlevleri ile nesne kullanımı özelliklerinden bahsedildi. Tabii ki bir de baba nesneler var. Birçok görüşe göre anneler, baba nesnelerini çocuklara tanıştıran kişiler olarak yer almakta. Luigi Zoja (2001) “baba” isimli kitabında; insanlığın varoluşundan bahsederken, “kadın kocasına bakar, kadın çocuğuna baktığı gibi babaya da bakar. Anne olmadan çocuk olamaz ve böylelikle de baba olamaz. Baba, anne tarafından ortaya konuluyor denebilir mi? Anne çocuğun kendisine yöneltilen bakışlarında babaya olan bakışa da yer verir” şeklinde tanımlama yapar.
Lacan’a (2000) göre de babayı adlandıran annedir. Baba, annenin arzuladığı erkektir ve anne çocuğa babayı işaret eder. Hatta hayatta olmayan bir babayı bile annenin “baban olsa seninle gurur duyardı” şeklinde tanımlaması babanın çocuğun gözündeki yerini belirginleştirir. Lacan’a göre; babalık fonksiyonu ile sembolik fonksiyon da devreye girer. Bu annenin çocuğa olan sözlerinde ifade bulur. Örn:”Baban eve geldiğinde bu yaptığına çok kızacak” gibi baba adına annenin söylemlerinde bile babalık fonksiyonu kendini gösterir.
Lacan’a (2000) göre babayı tanımladığımızda; baba çocuğu anneden belli bir mesafe uzaklıkta tutar. Çocuğun hamilelik ve doğumla içine doğduğu ikiliden, üçlü bir ilişkiye geçmesine olanak sağlar. Burada baba bir ayırıcı görevi görür ve çocuğun annenin uzantısı olmasını engeller. Çocuk anneden vazgeçebildiğinde, dünyayı görebilir ve baba da dünyada var olabilme becerilerini çocuğuna sağlar. Dil de bu konuda aracılık eder.
Okullar da baba nesneleri gibi anne baba çiftinden sonra üçüncü olarak kural koyucu olurlar ve çocuğun aileden ayrılması, bireyselleşmesi yolunda önemli yer tutarlar. Okulun ne anlama geldiği ise tıpkı baba nesnelerin anneler tarafından tanımlanması gibi ailelerin yaptığı okul seçimi ve okulu çocuklarına nasıl tanımladıklarıyla da bağlantılı olduğu düşünülebilir. Eğer okul seçimlerinde anne babaların kendi anne baba nesneleriyle ilişkilerinin rolü olduğunu varsayarsak, bir yerde okulun çocuklar için kuşaklararası geleneğin devamını sağladığı da söylenebilir.
ARAŞTIRMA (BETİMLEYİCİ ÇALIŞMA) İÇERİĞİ VE SONUÇLARI
Makalede bahsedilen özellikler ilköğretim seçiminde bulunan iki ayrı anne ve babaya sorulan sorularda analiz edilerek, onların anne ve baba nesneleriyle seçimleri arasında paralellik olup olmadığını incelendi. (Soru Formu bkz. sf. )
Bu betimleyici çalışmada özel ilköğretim kurumuna yeni başlayacak psikanaliz ya da psikoterapiden geçmemiş Yönetici- Mühendis Anne ile Yüksek Mühendis Baba görüşme yapılan bir çifti oluştururken diğer çift olarak farklı bir özel ilköğretim kurumunda okuyan psikanalizden geçmiş Uzman Psikolog Anne ve Uzman Psikolog Baba ile ayrı ayrı görüşüldü. İç dünyadaki anne ve baba nesnelerine bakıldığı için Psikanalizden geçmiş çift ile Psikanalizden geçmemiş çiftin yanıtlarında farklılık olup, olmadığına bakıldı. Anne – Baba yaşları yaklaşık olarak aynı olup, anneanne-babaanne ve dedelerin de öğretmen ve mühendis kökenli olduğu ortak sosyo ekonomik ve eğitim konumundaki iki çift ile görüşüldü.
Psikanalizden geçmiş çiftin yanıtlarında kendi anne ve babalarından ve öğretmenlerinden model aldıkları, her birinin kendi için önemsediği değerlerin (kendin olmak, sağduyulu olmak, olgunluk, objektiflik, aile bağları, kurumsallık) seçimlerde önemli olduğu dikkati çekti. Ayrıca; kendi anne babalarının onlar küçükken onlar için okul seçimlerinde önemsediği öğretmen tercihi ya da okulun eve yakın olması ve güven ilişkisinin kendi çocuklarının okul seçimlerinde de anne baba olarak kendini tekrarladığı görüldü. Bu çiftin döneminde gidilen okullar devlet okulları olduğundan kendi anne-babalarının resmi anlamda istediği okulu seçme hakkı bulunmamakla birlikte, onların anne-babaları kendi tercihleriyle en yakın olan okulu seçmişlerdi. Öğretmen seçimini okula bırakmış olup, kendi içlerinde öğretmenin nasıl biri olduğunun önemli olduğuna kanaat getiren ebeveynlere sahip oldukları da dile getirildi. Hem anne hem de babanın çocuklarının köklü bir kurumda, belli bir sistem dahilinde ve daha doğal, samimi ortamda mutlu olarak kendini geliştirmesini hedefledikleri de araştırma sonuçlarında ortaya çıktı.
Psikanalizden geçmemiş Yönetici – Mühendis annenin yanıtlarında da güvenlik, köklü, bilindik okul olması ve öğretmenin çocuğa olan yaklaşımı ve özellikle kendisinin çok fazla öğretmen değiştirmiş olma sıkıntısını çocuğunun yaşamaması, kendisi gibi takım sporlarına yatkınlığının olması ve çocuğun mutlu olması ön plana çıktı. Yüksek Mühendis babanın yanıtlarında ise köklü ve bilindik, çocuğa fırsatlar yaratan kurum olması, belli bir sistemin olması, yeteneklerin sonuna dek kullanıldığı, hırs ve mükemmeliyetçiliğin yer alacağı bir yarış ortamı olması dile geldi.
Bu iki çiftin her birinin birbirlerinden bağımsız yanıtlarına bakıldığında; farklı alan mezunu her iki annenin de çocuklarının mutlu olmasını, sosyalleşmelerini ve çocuklarıyla ilgilenecek olan öğretmenin önemli olduğu şeklindeki cevaplamalarını makalede bahsedilen koruyan, kapsayan anaç okullara gönderme yaptığı gözlemlendi. Öte yandan farklı alan mezunu iki babanın da ilk sıraya eğitim sistemini getirmeleri ile kuralları ortaya koyan, bu kurallarla da çocuğun güvenliğini ve gelişimini temin eden baba okullardan bahsettiğini söylemek de mümkün.
Psikanalizden geçmiş çift ile psikanaliz ya da psikoterapiden geçmemiş çift arasında karşılaştırma yapıldığında da hemen hemen bir fark görülmemekle birlikte, psikanalizden geçmiş çiftte çocuğun ruhsal gelişiminin (mutlu olması, daha mütevazi, sıcak bir okul ortamı olması, sosyallik, yeşil oyun alanı) verilecek öğretimden çok daha önemli olduğu dikkati çekti.
Her iki çiftin de kendi anne ve babalarının kendileri için yapmış olduğu seçimlerin, anne ve babalarından edinmiş oldukları değerlerin yani kendi anne ve baba nesnelerine bakış şekillerinin çocukları için yaptıkları okul seçimlerinde önemli rol oynadığı gözlemlendi.
Ayrıca anne ve baba nesnelerinden öte kendileri için arzulayıp da gerçekleştiremediklerini de çocukları için istemeleri de içselleştirdikleri anne baba nesneleri kadar dikkat çekiciydi. İyi bir yabancı dil öğrenimi, daha iyi eğitim olanakları, sosyal ortamlar zamanında kendileri için arzulayıp, şimdi çocuklarının gerçekleştirmesini istedikleri arasında sayılabilir.
TARTIŞMA
Betimleyici araştırma sonuçları ile makale dahilinde taranan literatür karşılaştırıldığında; anne ve babaların okul seçimlerinde kendi anne ve baba nesnelerinin önemli olduğu söylenebilir. Burada annelerin ayna işlevinde olduğu gibi, annelerine bakıp da onların kendileri için neler yaptığını içselleştirerek, kendi çocuklarına annelerinin kendilerine baktığı gibi bakan ebeveynler görüldü. (öğretmen seçimi, evin okula yakınlığı vb.) Yani burada ayna işlevinin ötesinde ebeveynlerin bu nesnelerin yaptıklarını içselleştirmeleriyle nesne kullanımları da görülmektedir. Makalede bahsedildiği gibi bu araştırmada yer alan çiftler, kendisine bakan ebeveynin nasıl baktığını görebilen dolayısıyla içinde yer aldıkları eğitim sistemine bakıp, görebilen kişilerdir. Ayrıca Lacan (2000)’ın babanın çocuğu anneden belli bir mesafe uzakta tuttuğunu, üçüncü kişi olarak anne-çocuk arasındaki ayrımı ortaya koyduğunu belirtmesi gibi, araştırma sonuçlarında babaların da okulu tıpkı kendi babalık işlevlerinin aynalanması gibi belli bir sisteme bağlı, köklü, bilindik adeta anne-çocuktan sonra tıpkı kendileri gibi üçüncü işlevi yerine getiren öğeler olarak tanımlamaları dikkati çekti. Yani babalık işlevlerini içselleştiren babaların da okul seçimlerindeki babacıl okul yaklaşımı görüldü. Ancak bu araştırmanın kısıtlı sayıda orta üst sosyoekonomik düzeyden yüksek eğitimli kişilerle yapılmış olması araştırmanın genelleştirmeler yapılmasını engellemektedir. Daha farklı sosyoekonomik düzey ve farklı yaş grubundan çok sayıda ebeveynle bu araştırmanın daha zenginleştirilmesi mümkündür.
KAYNAKÇA
Abrevaya, Elda (2000). Aynadan Ötekine. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Ferro, Antonino (1999). The Bi-Personal Field. New York & Canada: Routledge.
Fink, Bruce (2000). A Clinical Introduction to Lacanian Psychoanalysis Theory and Technique. USA: Harvard University Press.
Parman, Talat (2004). Psikanalitik Denemeler. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Winnicott, D.W. Türkçeye çeviren Tuncay Birkan (1998). Oyun ve Gerçeklik. İstanbul: Metis Yayınları.
Zoja, Luigi (2001). The Father. USA & Canada: Taylor & Francis Inc.